İletişim
Tarih: 26 Ekim 2023

Oyunculuk Bölümü Özel Yetenek Tam Bursluluk Sınavı Hk.

Oyunculuk Bölümü 1. Sınıf (2023 kayıtlı, yabancı uyruklu öğrenciler hariç) Öğrencilerinin Dikkatine,

08.11.2023 tarihinde Beykent Üniversitesi Ayazağa-Maslak Yerleşkesi E2-01 numaralı atölyede, saat 10.00’da gerçekleşecek olan 2023-2024 Eğitim-Öğretim Yılı Oyunculuk Özel Yetenek %100 Bursluluk Sınavında,

Kadın öğrenciler için dram türünde, Bernard SHAW’ın “Jan Dark” adlı eserinden Jan Dark karakterini, komedi türünde Moliere’in “Hastalık Hastası” adlı eserinden Toinette karakterini oynamaları istenmektedir.

Erkek öğrenciler için dram türünde, Tennessee Williams’ın “Sırça Hayvan Koleksiyonu” adlı eserinden Tom karakterini, komedi türünde Gogol’ün “Müfettiş” adlı eserinden Osip karakterini oynamaları istenmektedir. Jüri üyeleri öğrencileri aşağıda belirtilen kriterleri göz önünde bulundurarak değerlendirecektir.

Öğrencilerin sınavda oynayacakları parçalar aşağıda verilmiştir. Bu parçaların haricindeki performanslar kabul edilmeyecektir.

Uyarı! Öğrencilerin sınavda siyah kıyafet giymeleri gerekmektedir. İstedikleri takdirde sınavda karaktere ve döneme uygun kostüm giyebilirler ancak bu zorunlu değildir.

DEĞERLENDİRME KRİTERLERİ

1.         Sahne ve alan hâkimiyeti.

2.         Diksiyon kuralları.

3.         Karakterizasyon.

4.         Parçayı, oyunu, dönemi anlama ve doğru bölümleme, alt metin çıkarımı, parçaların tam olarak ezberlenmiş olması.

5.         Beden kullanımı, aksesuar kullanımı.

SINAV PARÇALARI

NİKOLAY V. GOGOL-MÜFETTİŞ

Osip: Allah Belanı versin! Açlıktan geberiyorum. Midem bomboş... Karnım gurgur ötüp duruyor. Ah bir eve dönsek! Ne yapsam bilmem ki! Piter'den çıkalı iki ay oluyor. Çapkın, yolda elindekini, avucundakini yedi, bitirdi. Şimdi de süt dökmüş kedi gibi düşünüyor. Bol bol yol paramız vardı. Ama kendisini nasıl gösterecek? 

(Taklit ederek) "Hey! Osip, git, bir oda tut, en güzel odayı tut. En iyi tarafından yemek ısmarla. Ben, öyle olur olmaz yemekleri yemem. Bana yemeğin en iyisi gerek. Önemli bir adam olsa ne ise, küçük bir kayıt memuru! Önüne gelenle dost olur, sonra da başlar kumar oynamaya. İşte sonu böyle oluyor. Off... Bıktım bu yaşamdan. Vallahi, köy daha rahattı. Orada kent yaşamı yoktur ama üzüntüsü de azdır... Bir kadın alırsın, ondan sonra ömrün boyunca kekâ, ye böreği, yat aşağı. Elbet doğrusunu söylemek gerekirse, Piter'de yaşamak çok güzel. Yalnız, iş parada... Para olduktan sonra, günler daha ince, daha politikalı geçer. Tilaturalar, dans eden köpekler, hepsi önünde... Ne istersen var. Herkes ince, nazik konuşur. Daha nazik konuşanlar var, ama onlar soylular. Bir pazara gidersin. Satıcılar bağırır: "Buyurun, bayım!" Diyelim salda giderken bir memurun yanında bile oturursun. Kibarlık görmek istiyorsan bir mağazaya git. Orada emeklinin biri sana askerlikten açar. Gökyüzündeki yıldızların neye yaradığını, ne olduklarını anlatır. Onları sanki avucunun içi gibi öğrenirsin. Bazen yaşlı bir subay karısı düşer... Bazen de bir hizmetçi girer, ama bir içim su... Öf... Öf... Öf! (Güler, başını sallar.) Hey canına yandığımın... Ne muameledir o! Hiç kaba bir sözcük işitilmez. Herkes sana, siz der. Yürümekten mi bıktın, atla bir arabaya, bey gibi kurul. Parasını vermek istemiyorsan, onun da kolayı bulunur: Her evin iki kapısı vardır. Birinden girer, ötekinden çıkarsın. Şeytan bile bulamaz seni. Yalnız, bu yaşamın kötü bir yanı var: Kimi zaman karnını güzelce doyurursun, kimi zaman da, işte bugünkü gibi açlıktan geberirsin. Ama bütün suç onda. Halimiz duman, başımız dertte yahu! 

Babası para gönderiyor. İnsan biraz tutumlu olur, değil mi? Nerede... Başlar hovardalığa. Arabadan aşağı inmez, her gün tilatura için bilet al, bir hafta sonra ne görürsün? Yeni frağını bitpazarına satmaya yolluyor! Gömleğine varıncaya kadar sattığı oldu. Üstünde bir ceketi, bir de kaputu kaldı. Vallahi böyle. Kumaşı da ne güzeldi ama! İngiliz. Bir frak 150 rubleye mal olur, ama bitpazarına götürdün mü, vere vere 20 ruble verirler. Hele pantolon, yok pahasına gider. Bu duruma düşmesinin nedeni de ne? Aklı havada, ondan!  İşine gücüne gideceğine piyasaya çıkıyor, kumar oynuyor. Ah, beyefendi bunu bir öğrenirse, vallahi, memurmuş, falanmış dinlemez, pantolonunu indirir, basar sopayı, bizimki de dört gün rahat oturamaz.  İnsan memursa, memurluğunu bilmeli. İşte, şimdi de, otelci: "Birikmiş borçlarınızı ödemezseniz, artık yemek vermem." dedi.  Peki, parayı veremezsek ne olacak? (iç çeker.) Ah Yarabbi, bir kaşık çorba olsa. Vallahi bana öyle geliyor ki, şimdi bütün dünyayı yiyebilirim. 

Kapıyı vuruyorlar... O olmalı. (Yataktan fırlar.)

TENNESSEE WILLIAMS- SIRÇA HAYVAN KOLEKSİYONU

Tom: Benim ne yapmaya çalıştığımı sanıyorsun sen? Benim de sabrımın sonunda tükeneceğini bilmiyor musun, anne? Biliyorum, biliyorum. Senin için hiçbir önemi yok… Ne yaptığımın ne olmak istediğimin… ikisi arasındaki uçurumun… Sen bunları hiç düşünmezsin ki… Bak dinle! Şu ayakkabı mağazasındaki işe bayıldığımı mı sanıyorsun? Avrupalı ayakkabıcılara âşık olduğumu mu düşünüyorsun? Şu selotesk kaplamalı yerde floresan ışıklarının altında elli beş sene geçireceğimi mi sanıyorsun! Bak sabahları oraya gitmektense, birisinin demir bir çubukla beynimi patlatmasını tercih ederim! Bekle giderim! Her sabah gelip de şu kahrolası "kalk ve ışılda”, “kalk ve ışıl da" demiyor musun? Bende kendi kendime şu ölü insanlar ne kadar da şanslı diyorum. Fakat gene de kalkıp o işe gidiyorum. Ayda altmış beş dolar için bütün rüyalarımdan, olmak istediklerimden, hayallerimden vazgeçiyorum! Sende bencil diyorsun... Evet, tek kendimi düşünüyorum. Neden... Bak, eğer bencillik düşündüğüm şey ise, anne, bende onun gibi olurdum... Gitmiş! (Babasının fotoğrafına işaret eder) Yolların beni götüreceği son noktaya kadar! Karışma bana anne! Sinemaya gidiyorum! Doğru tabii ya! Esrar inlerine gidiyorum. Evet, esrar inleri suçluların ve günahkârların takıldığı inlere anne. Hogan çetesine katıldım, kiralık bir katilim ben, bir keman kutusunun içinde makineli bir tüfek taşıyorum! Vadide bir dizi ev işletiyorum! Bana cani diyorlar, Cani Tom Wingdfield ve ben ikiyüzlü bir hayat yaşıyorum, Gündüzleri ticarethanede çalışan basit dürüst bir mağaza işçisi, geceleri ise yeraltı dünyasının dinamik Çarı, anne. Kumarhanelere takılıyorum, rulet masasında servetler harcıyorum. Gözümün birine sahte bir maske takıyorum, bir de takma bıyık, bazen de yeşil bir peruk takıyorum. Bu durumlarda bana... "El Diablo" yani iblisin ta kendisi diyorlar! Ah, seni uykusuz bırakacak ne çok şey anlatabilirim! Düşmanlarım burayı havaya uçurmaya hazırlanıyor. Gecenin birinde hepimizi göğe şutlayacaklar! Ben çok mutlu olacağım, tabii siz de! Siz yükselecek, süpürgenizle uçacak ve Blue Montain'de on yedi görücüye varacaksınız! Seni gidi, çirkin geveze... cadı...

 

BERNARD SHAW-JAN DARK

Jan Dark: Verin bana o yazıyı! (Masaya koşup kâğıdı kaparak parça parça eder.) Varın yakın ateşinizi. Fare gibi deliğe tıkılmam ben. Seslerim haklıymış. (…) Sizin ahmak olduğunuzu söylemişlerdi. (Bu söz çok gücenmelerine yol açar.) Bunların güzel sözlerine, merhametlerine güvenilmez demişlerdi. Hayatımı bağışlayacağınıza söz verdiniz. Yalanmış. (Öfkeli mırıltılar.) Yaşamak nedir sizce? Donup taş kesilmemek mi sadece? Ne kuru ekmek bulunca gam yerim, ne de duru su içmek derttir benim için. Ama gök kubbenin şavkından, o güzelim kırların çayırından çimeninden yoksun bırakmak beni. Dağda bayırda askerlerle at koşturmayayım diye ayağıma pranga vurmak. Bana havasız, nemli karanlığı koklatmak, sizin kötülüğünüz, sizin sersemliğiniz beni Tanrıdan bile soğuturken, gönlümü gene onun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem odundan da beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşsam da olur. Sancaklar, borazanlar, askerler yanı başımdan geçip gitse de öbür kadınlar gibi geride bırakılmayı nefsime yedirebilirim. Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayırkuşunu, köyümün sağlıklı ayazında meleyen kuzuları işitebileyim. Akşam çanları bana melek seslerini getirsin gene. Bunlar olmadan yaşayamam. Bunları benden ya da başka herhangi bir kuldan almaya kalktığınız için siz, biliyorum şeytanın emrindesiniz. Oysa bana yol gösteren, Tanrıdır.

MOLİERE-HASTALIK HASTASI

Toinette: – Efendim, sizin gibi dillere destan olmuş bir hastayı doğrusu çok merak ediyordum, onun için sizi görmeye gelmemi, lütfedip, hoş karşılayacağınızı umarım; her tarafa yayılmış olan ününüz cesaretimi mazur gösterebilir. (…) Görüyorum ki, Mösyö, yüzüme pek dikkatle bakıyorsunuz. Kaç yaşındayım dersiniz? (…) Hah! Hah! Hah! Hah! Hah! Tam doksan yaşındayım. (…) Evet. Bu yaşta bu kadar körpe, bu kadar dinç kalabildimse, sanatımın sırları sayesindedir. (…) Efendim, ben gezginci doktorum, kentten kente, ilden ile ülkeden ülkeye gider, şanıma layık parlak konular, hekimlikte keşfettiğim o büyük ve güzel sırları denemek fırsatını bana verebilecek, durumlarıyla ilgilenmeye değer hastalar ararım. O bir sürü adi hastalıklarla, romatizma ve nezle gibi ıvır zıvırla, hafif sıtma nöbetleriyle, dalak ve karaciğer bozukluklarıyla, baş ağrılarıyla oyalanmaya tenezzül etmem. Önemli hastalıklar isterim ben: Sayıklama nöbetleri içinde dinmeyen ateşler, güzel vebalar, su toplamasından şişmiş karınlar, göğüs iltihaplarıyla karışık en alasından zatülcenpler; işte bunlara bayılırım, böyle hastalıkları yere sererim ben. Ah efendim, keşke bütün bu saydığım hastalıklara tutulmuş olsaydınız, bütün hekimler sizi bırakıp gitmiş olsalardı, ümitsizlik içinde, can çekişirken bulsaydım sizi de ilaçlarımın ne kadar etkili olduğunu, size hizmet etmeye nasıl can attığımı görseydiniz. (…) Nabzınızı verin bana. Hadi, doğru dürüst at bakalım. Yoo! Ben seni hale yola koymasını bilirim. Vay! Bu ne küstah nabız böyle: Anlaşıldı, sen daha beni tanımıyorsun. Doktorunuz kim? (…) Defterimdeki büyük hekimler arasında böyle bir adam yok. Ona göre neymiş hastalığınız? (…) Hepsi cahil bunların: Sizin hastalığınız akciğerde. (…) Evet, ne hissediyorsunuz? (…) Tamam akciğer. (…) Akciğer. (…) Akciğer. (…) Akciğer. (…) Akciğer. Yemeklerinizi iştahla mı yersiniz? (…) Akciğer. Biraz da şarap içmeyi sever misiniz? (…) Akciğer. Yemeklerden sonra hafif bir uyku bastırır da, biraz kestirmek hoşunuza gider mi? (…) Akciğer, akciğer diyorum size. Peki, gıda olarak neler veriyor doktorunuz size? (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! (…) Cahil! Kara cahil! Kapkara cahil! Şarabınızı hiç su katmadan içeceksiniz; sonra, çok sulu olan kanınızı koyulaştırmak için, alasından besili sığır eti, besili domuz eti, yağlı Hollanda peyniri, bol bol irmik ve pirinç yiyeceksiniz, pekleştirip kıvamına getirmek için de kestane ile koz helvası. Hekiminiz hayvanın biriymiş. Ben size kendi yetiştirdiğim bir hekimi göndermek istiyorum, ben de ara sıra sizi görmeye gelirim, bu şehirde kaldıkça. (…) Hay Allah! Siz bu kolunuzu ne yapıyorsunuz, bakayım? (…) Yerinizde olsam, bu kolu hemen kestirip atardım. (…) Canım bütün gıdayı kendine çekip alıyor, öbür tarafın faydalanmasına engel oluyor, görmüyor musunuz? (…) Bakın, şurada bir sağ gözünüz var, yerinizde olsam onu da çıkartırdım. (…) Sol gözünüzü nasıl rahatsız ettiğini, onun gıdasını aşırdığını görmüyor musunuz? İnanın bana, hemen çıkartın onu, sol gözünüzle her şeyi daha iyi görürsünüz. (…) Allaha ısmarladık. Sizden bu kadar çabuk ayrılmak istemezdim, ama büyük bir konsültasyonda bulunmak zorundayım, dün ölen bir adamı muayene edeceğim. (…) Evet, kendisini iyi etmek için neler yapılması gerekirdi, onu anlamak için. Gene görüşürüz.